28 Mart 2024 Perşembe

Asgari ücretin azami sefaleti

2017, asgari ücretlinin yıkımı gerçek anlamda hissettiği bir yıl oldu, zira 2017 başında yapılan yüzde 8'lik zam 2017'nin yüzde 13'lük enflasyonu karşısında eridi gitti.
Asgari Ücret Tespit Komisyonu yüzde 14'lük asgari ücret artışında karar kılarak patronların kârlarını değil, işçileri "feda" etmiş oldu. Siyasi iktidar da beklendiği gibi bu yeni zammı pazarlamaya yöneldi. Erdoğan, asgari ücreti beğenmeyenleri "Eline diline dursun ya, nereden nereye. 15 yılda asgari ücreti yaklaşık 9 kat artırdık. Hiçbir zaman da enflasyonun altına düşürmedik" diyerek azarladı. Başbakan Yardımcısı Hakan Çavuşoğlu da 2002 yılında 184 lira olan asgari ücretin bugün yüzde 14 oranında artışla bin 603 liraya çıktığını belirterek, "O zaman asgari ücretle çalışan bir kişi 90 maaşıyla 1.4 motor gücüne sahip bir sıfır araç alabilirken şimdi 42 maaşıyla sıfır bir araç alabiliyor" diyerek asgari ücretin alım gücünü arttırdığını savundu.
 
Rakamlar siz ne istiyorsanız onu söyleyen işaretlerdir. Ancak bu, her söylediğinizin mâkul olduğu anlamına gelmez. Yaptığınız hesapların mâkul olması için enflasyondan arındırılmış rakamları kullanmanız ve yoksullaşmada yaşanan artış ve azalışları hem mutlak hem de göreli olarak değerlendirmeniz gerekir.
 
Kapitalist gelişmenin doğal bir sonucu olarak, işgücünün kendini yeniden üretebilmesi için gerekli ihtiyaç maddelerinin kapsamı genişler. Göreli yoksullaşma, proletaryanın bu artan ihtiyaçları karşılayamaması, yani, işçilerin milli gelir artışından aldığı payın düşmesidir. Mutlak yoksullaşma ise enflasyonun ücretten daha fazla artması sebebiyle ücretin satın alabileceği mal ve hizmetler toplamının daralmasıdır.
 
2017 enflasyonu yüzde 13 iken asgari ücrete yüzde 14 zam yapmak, asgari ücrette yüzde 1 oranında reel artış olduğu anlamına gelir. 2017 büyüme tahmininin yüzde 5, 2018 hedefinin de yüzde 5,5 olduğunu düşündüğümüzde asgari ücretlinin milli gelirin büyüme oranından çok daha düşük oranda pay alıyor olması onun göreli olarak yoksullaşması anlamına gelir. Bu sadece bu seneye özgü bir durum değildir. 2004 yılı baz alındığında enflasyondan arındırılmış, yani reel milli gelir iki kat artarken asgari ücret 2017'ye kadar reel olarak sadece üçte bir oranında artmıştır. Yani AKP'li yıllarda asgari ücretli devamlı göreli olarak yoksullaştırılmış, emek sömürüsü giderek artmıştır. Siyasi iktidarın göreli yoksullaşmaya hiçbir zaman değinmemiş ve değinemeyecek olmasının sebebi budur.
 
Mutlak yoksullaşma söz konusu olduğunda ise karşılaştırma tarihlerinin 2002'ye kadar götürülmesi abesle iştigaldir. Zira AKP ile birlikte uluslararası tekellerin pazarı haline getirilen, yani tüketim artışı yaratılmak istenen Türkiye'de reel asgari ücretin 2004'den bu yana üçte bir oranında artmış olmasını pazarlamaya çalışmak, arabaya koşulacak ata arpa vermiş olmakla övünmekten başka bir şey olmaz. Eğer mutlak yoksullaşmayı ölçmek istiyorsanız, son derece orantısız da olsa herkesin reel kazanç sağladığı büyüme dönemlerini değil, kriz dönemlerini ele almanız gerekir. Göreli yoksullaşmayı zaten hiç ağzına almayan iktidarın son 2 yıldaki mutlak yoksullaşmayı gizlemeye çalışması da bundan kaynaklanmaktadır.
 
2017, asgari ücretlinin yıkımı gerçek anlamda hissettiği bir yıl oldu, zira 2017 başında yapılan yüzde 8'lik zam 2017'nin yüzde 13'lük enflasyonu karşısında eridi gitti. Bakan'ın pek sevdiği alım gücü hesabı üzerinden, üstelik daha "hayatın içinden" rakamlarla konuşalım. Asgari ücretli, 2016 asgari ücretine kıyasla 2017 asgari ücreti ile 425 kilo daha az taze fasulye, 245 adet daha az yumurta, 183 kilo daha az patates, 39 kilo daha az nohut, 35 litre daha az mazot aldı.
 
2018 için verilen yüzde 1'lik reel artışın parasal karşılığı ise aylık 17 TL'dir. Yani siyasi iktidar asgari ücretliye reelde 2 günde bir simit alacak kadar bile zam yapmamıştır. Ancak yine de reel bir artıştan söz ediyor olmamız, Erdoğan'ın da dediği gibi asgari ücretlinin mutlak yoksullaşmadan korunmuş olduğunu mu gösterir? Maalesef hayır. Yüksek kur ve yüksek dış borcun maliyetler üzerinde yaptığı baskıyla artan üretici enflasyonunu ve rekor kıran bütçe açığının da yeni vergiler yoluyla kapatılacağını düşündüğümüzde tüketici enflasyonunun 2017 seviyesinin de üzerine çıkmasını bekleyebiliriz. Elektriğe, doğalgaza, köprü ve otoyol geçiş ücretlerine daha şimdiden gelen zamlar bunun gayet de yüksek bir olasılık olduğunu şimdiden gösteriyor. Yani maalesef asgari ücretli 2018'de mutlak olarak yoksullaşmaktan kaçamayacak gibi gözüküyor. Dolayısıyla Erdoğan'ın "Asgari ücretlimizi enflasyona ezdirmedik" sözünün bir geçerliliği olacakmış gibi gözükmüyor.
 
Göreli ve mutlak yoksullaşma, asgari ücreti dinamik olarak ölçen kavramlardır. Dolayısıyla göreli ve mutlak yoksullukta bir azalma olsa bile bu gerçekte insanların aç veya yoksul olmadığı anlamına gelmez. Bunun için sendikaların bilimsel verilere göre hesapladığı açlık ve yoksulluk sınırına başvurmanız gerekir. Acıdır ki, siyasi iktidarın övünüp durduğu asgari ücret zamlı haliyle bile yine dört kişilik bir ailenin açlık (1608 TL) ve yoksulluk (5238 TL) sınırının ve bir kişinin aylık geçim maliyetinin (1989 TL) altında kalmıştır. Yıl ilerledikçe asgari ücret durduğu yerde duracak ancak açlık, yoksulluk ve geçim sınırları artan enflasyonla giderek daha da artacaktır.
 
Yoksullaşma hikâyemiz bununla da bitmiyor. İktidar son 3 senedir her asgari ücret artışında 100 TL devlet desteği sunuyor. Yani 199 TL'lik cari zammının üçte ikisi işçi ve emekçiler tarafından fonlanan vergiler ile karşılanacak. Sermayenin cebinden çıkmayan bu para kamu hizmetlerinden daha az yararlanacağımız anlamına geliyor.
 
Özetle, krizde öncelikle emekçileri değil, kârları kurtarmanın derdine düşen iktidar, giderek daha net bir sınıf tavrı sergiliyor. Erdoğan'ın "gözünüze, dizinize dursun" demesi, kadro isteyen taşeron işçisine "Ne kadrosu, çalışıyorsun ya?" diyerek istihdamı bir lütuf olarak satması, OHAL'i grevleri yasaklamak için bir araç olarak kullandığını çekinmeden beyan etmesi bu sınıf tavrını sadece net değil, aynı zamanda açıktan ortaya koymaktan da çekinmediğini gösteriyor. İktidarın sınıf tavrı daha net ve açık biçimler aldıkça, işçi sınıfının tavrının da aynı oranda netleşip açık hale gelmesinin nesnel zemini oluşmaya başlayacaktır.