21 Aralık 2024 Cumartesi

Arzu Demir yazdı | DKK kadın mücadelesine ilişkin ne dedi?

Komünist ve sosyalist kadınlar, hem atölye çalışmalarında hem de genel mecliste, "kadın devrimi çağındayız" diyerek, Dünya Kadın Konferansı'nın bu gerçeği dikkate alarak, kadın hareketiyle ilişkilenmesi gerektiği önerisinde bulundu. "Kadın devrimi ve Rojava devrimi deneyimi" üzerine yaptığı atölye çalışmasında, kadın devriminin ekonomik temeline dikkat çekti. Ayırt edici atölye çalışması ise "ev içi emek" üzerine oldu. Kadının görünmeyen emeğinin tanımı, erkek egemenliğinin üretilmesindeki rolü, Dünya Kadın Konferansı'nın hiç tartışmadığı bir konuydu. Bunu ilk kez tartışmaya SKM ve SKB açtı.

Dünya Kadın Konferansı, Tunus'ta 4-9 Eylül günlerinde 42 ülkeden 93'ü delege 400'ü aşkın kadını bir araya getirdi.

Tunus, Kuzey Afrika'nın tarihini değiştiren bir ülke. 2010 yılının Kasım ayında işsiz üniversite mezunu Muhammed Buazizi'nin bedenini ateşe vermesiyle başlayan Arap halklarının isyanı, ülkede, Bin Ali diktatörlüğünü devirmekle kalmamış, Cezayir'den Suriye'ye geniş bir coğrafyaya yayılmıştı. Ancak, isyan, politik merkezi bir önderlik yoksunluğu nedeniyle, Rojava'daki gibi devrimci halk iktidarına evrilememişti. İsyanın 10. yılında Latin Amerika'dan Asya'ya kadınların buluştuğu bu ülkede, Tunus Yurtsever Sosyalist Devrimci Parti üyesi kadınlar büyük emek harcayarak, konferansın toplanmasını sağladı. Ancak, konferansa Tunuslu kadınların katılımı istenen düzeyin çok altında kaldı. Bu durum ülkedeki kadın mücadelesine ilişkin önemli bir sonuca işaret ederken, delegelerin yaptığı konuşmalar dünya kadın hareketine ilişkin de önemli bir veri sundu.

Afrika kıtasından Botswana, Burkina Faso, Eritre, Namibya, Etiyopya, Gambiya, Kamerun, Kongo, Güney Afrika ve Togo'dan delegeler katıldı. Hepsinin dikkat çektiği iki temel nokta vardı; açlık ve kadın sünneti. Kıtada, her gün özellikle kadınlar ve çocuklar hayatta kalmak için mücadele ediyor. 

"Kadın sünneti" adı altında yapılan cinsel işkence ise özellikle Eritre'de artmış durumda. Kız çocuklarının yüzde 16'sı sünnet ediliyor. Bu işkencenin sonucu ya ömür boyu acılar içinde yaşamak ya da enfeksiyon kaparak ölmek oluyor. Afrika delegelerin neredeyse tamamı, yaptıkları konuşmalarda tecavüz saldırısının kadınlara karşı bir savaş aracı olarak kullanıldığına dikkat çekti. 

Delegeler sorunların ağırlığını anlattı, ancak bu sorunları aşacak bir mücadele perspektifi sunamadı. Konuşmalarında soyut bir "dayanışma" beklentisi yer aldı.

Konuşmaların ortaya çıkardığı sonuç ise mücadele içinde kadınları özneleştirerek bir kadın iradesi ve kuvveti olarak sömürgecilik ve kapitalizmin karşısına çıkartarak bir mücadele perspektifinden ziyade, "sosyal yardım" ve "eğitim" merkezli bir sivil toplum çalışması yürütüldüğü gerçeği oldu.

Afrikalı kadınların konuşmalarının gözler önüne serdiği bir başka nokta ise dünya kadın hareketinin, özellikle de kadın sünneti konusundaki ilgisizliğiydi. Bu konunun Türkiye ve Kürdistan kadın hareketinin de mücadele gündemine Afrikalı kadınlarla dayanışmak için girmediğini kongre hatırlattı. Afrika'da kadınlar, sorunların ağırlığı nedeniyle ülkeleri ile sınırlanırken, dünya kadın hareketinin de Afrika kıtasını içermediği gerçeğini unutmamak gerekecek.

Latin Amerikalı kadınların gündeminde de artan erkek şiddetinin yanı sıra IMF borçları ve emperyalist saldırganlık büyük bir ağırlık oluşturdu. Meksika delegesinin verdiği bilgiye göre, ülkede bir haftada 150 kadını erkekler katlediyor. Kadınlar "hayatta kalma" mücadelesini yürütürken, emperyalist devletlerin öncü kadınlara yönelik "takip" politikası kıtadan gelen hemen hemen her delegenin dikkat çektiği bir konu oldu. Konferans, Latin Amerikalı kadınların da fazlasıyla "kıta" ile hapsolduklarını gözler önüne serdi.

Avrupa'dan katılan Türkiye ve Kürdistanlı delegelerin dışındaki delegeler ağırlıklı olarak Almanya Marksist Leninist Partisi'nin (MLPD) siyasi etkisindeki delegelerdi. Bu delegelerin konuşmalarında dünya kadın hareketini sadece komünist ve devrimci kadınların hareketinden ibaret gören bir yaklaşım hakimdi. Bu yaklaşım da emperyalist küreselleşme ile birlikte daha da derinleşen cins çelişkisinin üzerinden atlayan, erkek egemenliğini kapitalizmin bir karakteri olarak değil, "feodal bir anlayış" olarak ele alan bir yaklaşım nedeniyle, kadınların gerçek sorunlarını da görmezden geldi. Bu anlayış kendini "kadın isyanı yok", "bizim erkeklerle sorunumuz yok" gibi cümlelerle sıkça kürsüden dile getirdi. Kadın hareketinin gelişiminin önüne set çeken bu yaklaşım nedeniyle de kadın özgürlük mücadelesinin gelecek dönem sorunları tartışılıp, mücadele perspektifleri sunulamadı. En büyük düşman olarak "emperyalizm" tanımlandı, ancak artık bir cins kırımı haline gelen erkek şiddeti, kürtaj hakkının gasp edilmesi, cinsel şiddet gibi derinleşen cinsel çelişkinin üzerinden atlandı.

Sosyalist Kadınlar Birliği (SKB) ile Sosyalist Kadın Meclisleri'nin (SKM) sunduğu "savaşa, şiddete ve sömürüye karşı 8 Mart'ta greve" çağrısının Dünya Kadın Konferansı tarafından yapılarak grevin örgütlenmesi yönündeki önerinin önü, Avrupa Koordinatörü tarafından "Biz kadın grevine karşıyız" denilerek kesilmek istendi. Ancak sosyalist kadınların verdiği "kadın grevi" önergesini, 80'e yakın delege imzaladı.

Kendi kıtana ve gündemine "hapsolma" yaklaşımı Ortadoğu'dan gelen delegelerde de vardı. Filistin delegeleri, Filistin sorununun dışındaki dünyadaki diğer meselelere dair tek bir kelime etmedi, sürekli "destek ve dayanışma" istedi. Öyle ki, Rojavalı kadınların gündemlerine bile uzak bir tutum sergilediler. Bu durum, Filistin hareketinin geldiği daralmanın çok somut işareti oldu. Kürdistan delegelerinin ağırlığının gündemi de Türk devletinin yürüttüğü savaştı. Rojava'ya yönelik saldırılara karşı Dünya Kadın Konferansı'nın gereken tutumu alması konusunda sıkça konuşmalar yapıldı. Bu konuda önergeler de sunuldu. Kürt kadın hareketi, Rojava devrimi deneyimini anlattı, ancak hareket, Dünya Kadın Konferansı'nın hangi hattan yürümesi gerektiği yönünde bir perspektif sunmadı.

Komünist ve sosyalist kadınlar, hem atölye çalışmalarında hem de genel mecliste, "kadın devrimi çağındayız" diyerek, Dünya Kadın Konferansı'nın bu gerçeği dikkate alarak, kadın hareketiyle ilişkilenmesi gerektiği önerisinde bulundu. "Kadın devrimi ve Rojava devrimi deneyimi" üzerine yaptığı atölye çalışmasında, kadın devriminin ekonomik temeline dikkat çekti.

Ayırt edici atölye çalışması ise "ev içi emeğin durumu" üzerine oldu. Kadının görünmeyen emeğinin tanımı, erkek egemenliğinin üretilmesindeki rolü, Dünya Kadın Konferansı'nın hiç tartışmadığı bir konuydu. Bunu ilk kez tartışmaya SKM ve SKB açtı.

Konferansta tartışılmayan bir başka konu ise LGBTİ+ hareketiydi. Bu hareketin, kadın özgürlük mücadelesi ile ittifak ilişkisinin biçimini konferansta atölye düzenleyerek tartıştıran ise Zora oldu. 

Yürüyüş ile birlikte toplamda 6 gün süren konferans, çok önemli bir deneyim oldu. Kadın hareketinin sınırları kadar gelişme potansiyelini, bu potansiyelin açığa çıkması için ideolojik mücadelenin yürütülmesi gereken noktaları da gözler önüne serdi.

Şimdi delegeler ülkelerine dönerek, kıta toplantılarına hazırlanacak. Bu toplantılarda kıta koordinatörleri belirlenerek çalışma planları hazırlanacak. İki yıl sonra "kadın devrimi, sosyo-ekolojik dönüşüm-sosyalist devrim-emperyalizm nasıl yenilir?" üzerine bir teorik seminer düzenlenecek. Verilen önergeler doğrultusunda da kıtalarda bir hareket planının çıkartılması gerekecek.