AKP'nin süreç raporu ne anlatıyor
Süreç kapsamında hazırladığı raporu Meclis Başkanlığına sunan AKP, "müstakil" yasa öneriyor. Sadece PKK'yi kapsayacak "müstakil" yasa, örgütün kendini feshettiği ve silah bıraktığı devlet tarafından "tespit" ve "teyit" edilmesinin ardından gündeme gelecek. Yani PKK'nin kendini tasfiye ettiği, varlığını sona erdirdiğinin devletin en üst düzey kurumları tarafından "teyit" edilmesi gerekecek. AKP bununla da yetinmiyor, yasa için, Rojava, Irak, İran ve Avrupa'yı kapsayacak şekilde, "örgütün illegal ideolojik ve finansal yapılanmalarıyla birlikte yurt içinde ve yurt dışındaki tüm şube, unsur ve uzantılarıyla silah bırakması ve kendini tasfiyesi"ni dayatıyor.
Kürt ulusal demokratik hareketi önderi Abdullah Öcalan ile devlet arasında süren görüşmelerin yapıldığı dönemde Mecliste kurulan komisyon çalışmalarını tamamlamak üzere. Komisyonda yer alan partilerden AKP, CHP, DEM Parti, MHP, Yeni Yol, TİP ve EMEP hazırladıkları raporları sundu.
AKP, 15 başlık ve 60 sayfadan oluşan raporunu, en son sunan parti oldu. "İç cephenin güçlendirilmesi" vurgusunun sık sık yapıldığı AKP'nin raporunda sürecin yalnızca "güvenlik" eksenli ele alınmadığı iddia edilmesine rağmen sık sık "güvenlik" eksenli politikalardan bahsedilmesi, 94 kez "güvenlik" kelimesinin kullanılması AKP'nin süreçle kurduğu ilişkiyi ve samimiyetini ortaya koyuyor.
Raporda uzun uzun AKP'nin iktidara geldiği dönem ve programına atıfta bulunuluyor. Aynı zamanda AKP'nin genel başkanlığı görevini de sürdüren Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın sürece uygun konuşmalarından demetler sunuluyor. Raporda, Kürt ulusal demokratik talepleri ile AKP'nin kurduğu ilişkiye dair AKP'nin iktidarda bulunduğu ilk 10 yıla ait değerlendirmelere yer verilmesi de dikkat çekici. Mesela OHAL'in kaldırıldığı söylenirken, 2016'dan itibaren yaşama geçirilen ve kalıcılaştırılan OHAL uygulamalarından raporda hiç bahsedilmiyor.
"Terörsüz Türkiye" hedefi diye tarif edilen ve "Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu"nun çalışmalarına sık sık değinilen raporun Kürt ulusal demokratik hareketinin sıklıkla gündeme getirdiği Öcalan'a "umut hakkı" tanınmasından hiç bahsedilmiyor.
"Türkiye, terörün gölgesinde geçen yılların ardından artık yeni bir dönemin eşiğindedir. Bu yeni dönemin temel amacı, terörün son bulmasıyla oluşan olumlu atmosferi, kalıcı ve sürdürülebilir milli güvenliğin yapıtaşlarına dönüştürmektir. Bu çerçevede, bugün hep birlikte omuzladığımız sorumluluk, milletimizin birliğini, vatanımızın bütünlüğünü ve devletimizin sürekliliğini esas alan köklü bir devlet vizyonunun kurumsallaşmış ifadesidir" cümlelerinin yer aldığı rapor, AKP'nin meseleyi hala "terör" olarak ele aldığını, tek dil, tek vatan, tek millet şeklindeki tekçi anlayışın sürdürüldüğünü gösteriyor.
AKP'NİN DEMOKRASİDEN ANLADIĞI
AKP'nin iktidara geldiği 3 Kasım 2002 tarihinde bu yana, Erdoğan'ın "liderliği"nde demokratikleşme standardını yükselttiği iddiasının yer aldığı raporda, sokak röportajlarında konuşan, sosyal medya paylaşımı yapan insanların evlerinin basılarak gözaltına alınıp tutuklandığı, yerel yönetimlere yönelik kayyum darbesinin Kürdistan'dan Batı'ya doğru yayıldığı, belediye eşbaşkanları, başkanları, yöneticilerinin tutuklandığı, devrimcilere, sosyalistlere, kadınlara, gençlere dönük gözaltı, tutuklama saldırılarının ayyuka çıktığı, hapishanelerdeki tutsak sayısının her geçen gün arttığı, kuyu tipi hapishanelerle tecridin derinleştirildiğine ise değinilmiyor.
AKP'YE GÖRE SORUN, KAMU HİZMETLERİNİN YETERSİZLİĞİ, İŞSİZLİK, FAKİRLİK
Kürt sorununa bakış açısındaki dönüşümün AKP'yle başladığı iddia edilen raporda, AKP programındaki "Doğu ve Güneydoğu" başlığı altındaki tezlere değinilerek, "terör"ün "bölgedeki kamu hizmetlerinin yetersizliği, işsizlik, fakirlik ve baskı"dan beslendiği, sorunun çözümünün de burada olduğu belirtiliyor.
Ardından bir kez daha AKP programında meselenin nasıl ele alındığı sıralanıyor, çözüm, güvenlikçi politikalara havale ediliyor.
Kürt ulusunun özgürlük talebinin "farklılıklar" şeklinde tanımlandığı raporda, "OHAL'in kaldırılmasından, Kürtçe televizyonun açılmasına, seçimlerde Kürtçe propaganda yapılmasından, yayla yasaklarının kaldırılmasına değin geniş bir yelpazede yapılan düzenlemeler sorununun çözümünde önemli mesafeler alınmasını sağlamıştır" denilerek, bütün bunlar "sessiz devrim" olarak tanımlanıyor. Hepsinin muhalefetin engellemelerine rağmen hayata geçirildiği vurgulanıyor.
Raporda, Erdoğan'ın "Bizim dönemimizde Batı'da ne varsa Doğu'da da o olacaktır" sözleri hatırlatılırken, durumun "Bizim dönemimizde Doğu'da ne varsa Batı'da da o olacaktır"a döndüğü gerçeği özenle gizlenmeye çalışılıyor.
'MAKBUL VATANDAŞ' OLMAYANLARI KAPSAMADIK İTİRAFI
Raporun dördüncü başlığı olan "Çözüm arayışları"nda AKP'nin 2009'da ortaya koyduğu "Demokratik Açılım: Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi"nin demokratikleşme standardını yükselttiği, "insanın devlet için değil, devletin insan için var olduğu prensibinin ilke edinildiği" iddiası yer alıyor. Bu bölümde yer alan, "Türkiye'nin demokratikleşme perspektifinde vurgulanması gereken en önemli nokta, siyasi kültürümüzde demokratikleşmenin her şeyden evvel, otoriter bir şekilde vatandaşlarımızın ihtiyaç ve taleplerini reddeden, kendi tanımladığı 'arzu edilir, kabul edilebilir, makbul' vatandaş profiline benzemeyenleri kapsayan devlet anlayışının terk edildiği bir zihniyet değişiminin yaşanmış olmasıdır" ifadesi oldukça dikkat çekici. AKP'nin politikalarına güzelleme yapan rapordaki bu ifadeyle, AKP'nin "arzu edilir, kabul edilebilir, makbul vatandaş profiline benzemeyenleri" kapsayan devlet anlayışını terk ettiği itirafı var.
Bu bölümde Erdoğan'ın "2005 Diyarbakır Süreci", "2009 Demokratik Çözüm Süreci" ve "2013 Çözüm Süreci" hatırlatması yapılıyor, bu süreçlerin PKK tarafından bozulduğu iddia ediliyor. "Terör örgütü" diye tanımlanan PKK'nin 2009 döneminde Arap Baharını yanlış yorumladığı, aynı şekilde 2013 döneminde başlattığı özyönetim direnişi ve gelişen Gezi ayaklanmasıyla kurduğu ilişkinin süreci bozduğu savunuluyor.
Meseleyi güvenlikçi politikalarla ele almadığını öne süren AKP, raporun bu bölümünde bir kez daha "meseleyi noktasal bir mesele olarak değil partimiz kurulduğu günden itibaren milli güvenlik meselesi olarak ele aldık" itirafında bulunuyor.
Raporda 15 Temmuz 2016 darbe girişimine ilişkin tek vurgu bu bölümde yer alıyor. Gerçeklikten kopuk, algı yönetimiyle dolu raporda en çarpıcı algı yönetimlerinden biri şu cümleyle yapılıyor: "AK Parti hükümetleri döneminde ve özellikle 15 Temmuz sonrası hayata geçirilen reformlarla oluşturulan yüksek kapasiteyle bitme noktasına getirilmiştir."
Raporun beşinci başlığı olan "Türkiye Yüzyılı ve Terörsüz Türkiye" başlığında Erdoğan'ın, "Türkiye, geldiğimiz noktada bu meseleyi artık bir hal yoluna koymuştur. Devletimizin toprak bütünlüğü, milletimizin birlik ve beraberliği, üniter yapımız, bayrağımız, resmi dilimiz asla tartışma konusu değildir. Ne yapılıyorsa 'tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet' diyerek sembolleştirdiğimiz ilkelerimiz çerçevesinde yapılmaktadır" deniliyor, AKP'nin süreci nasıl ele aldığı özetlenip AKP tabanına güvence verilmeye çalışılıyor.
'TERÖR, MUSİBET'
Kürt halkının ulusal demokratik talepli mücadelesinin "terör", "musibet" gibi kavramlarla ifade edildiği raporda, "Şehitlerimizin ruhlarını muazzep edecek; şehit yakınlarımız ve gazilerimizi incitecek hiçbir girişime bugüne kadar müsaade etmedik; bundan sonra da asla müsaade etmeyiz" söylemiyle dönemin ana temasının demokrasi ve hukuk nosyonunun güçlendirilmesi olacağı belirtiliyor.
'TERÖRÜN BİTTİĞİ TEYİT EDİLMEDEN' HUKUKİ DÜZENLEME YAPILMAYACAK
"İlkesel Eşik: Tespit ve Teyit Mekanizması" başlıklı yedinci bölümü, AKP cenahından bugüne kadar yapılan açıklamaların özeti gibi. "Terör örgütünün silah bırakmasının, kendisini tasfiye ettiğinin, varlığının sona erdirilmesinin devlet tarafından tespit ve teyit edilmesi, sürecin en önemli noktasıdır" vurgusu yapılıyor. Şayet yapılacaksa gerekli hukuki düzenlemelerin "teyit" ve "tespit"in ardından geleceği belirtiliyor.
"Örgütün silahlı kapasitesinin ortadan kalktığına, lojistik ağların sürdürülebilir bir tehdit oluşturamayacak ölçüde dağıtıldığına ve silahların sahada tekrar kullanılmasına imkan bırakmayacak biçimde imha edildiğine dair somut tespit ve delillerle ortaya konulmalıdır" şartı ifade ediliyor, ardından tespit ve teyit kararının "devletin güvenlik ve hukuki yetkisinin birleştiği, ölçülebilir delillere dayanan, şeffaf ve denetlenebilir bir kurumlar arası mutabakat neticesinde tesis edileceği" koşuluna bağlanıyor.
"Kamu Düzeni ve Süreç Yönetimi" başlıklı sekizinci bölümde, süreci sabote etmek isteyenlerden bahsedilmesi dikkat çekici. Bu tartışma, AKP'nin daha önceki süreçleri MGK'da aldığı savaş kararıyla dolaba kaldırdığı gerçeğinin yanı sıra sürecin iki ayağı olan Kuzey Kürdistan ve Rojava'da "çözüm" adına hiçbir adım atmaması gerçeğinin de üstünü örtme çabası. Tasfiye, teslimiyet üzerine kurduğu süreci Kürt halkının ulusal demokratik taleplerini görmezden gelerek sürdüren AKP, raporla bir kez daha "süreci biz bozmadık" propagandasına zemin yaratma çabasında.
ROJAVA'YA TASFİYE VE TESLİMİYET DAYATMASI
Dokuzuncu başlık olan "Terörsüz Türkiye ve Terörsüz Bölge", tespit ve teyit tartışmasının yapıldığı bölümle oldukça uyumlu. "Örgütün silahlı kapasitesinin ortadan kalktığına, lojistik ağların sürdürülebilir bir tehdit oluşturamayacak ölçüde dağıtıldığına ve silahların sahada tekrar kullanılmasına imkan bırakmayacak biçimde imha edildiğine dair somut tespit ve delillerle ortaya konulmalıdır" denilen sekizinci başlıkta kastedilenin sadece Kuzey Kürdistan olmadığı vurgulanıyor. Güney Kürdistan, Rojava hatta Rojhilat'ta Kürt ulusunun silahlı tüm güçlerini tasfiye etme, teslim alma politikası güdüldüğünün açıkça ifade edildiği raporda, "Suriye ve Irak sahasında, Türkiye'nin güvenliğini tehdit eden hiçbir terör yapılanmasının yaşamasına ve genişlemesine asla müsaade edilmeyecektir. İster vekalet örgütleri üzerinden ister paramiliter yapılar üzerinden olsun, Türkiye'nin sınır hattında bir terör koridoru oluşturmaya dönük her girişim, ulusal güvenlik açısından kırmızıçizgi olarak görülmekte ve devletin bütün kurumları tarafından kararlılıkla ele alınmaktadır. Bu kararlılık, yalnızca askeri tedbirler üzerinden değil, diplomasi, uluslararası hukuk, istihbarat işbirliği, sınır güvenliği, ekonomik araçlar ve insani tedbirlerin bir arada kullanıldığı çok boyutlu bir strateji zemininde hayata geçirilmektedir" ifadesiyle PKK'nin kendini feshetmesi ve silah bırakmasının yetmediği, PYD, QSD gibi yapıların da kendini feshetmesi, silah bırakması isteniyor.
Rojava'ya sınır ötesi operasyonlarla saldırı tehditlerinin bir kez daha dile getirildiği raporda, bugüne kadar Rojava'da sivil halkın can güvenliğini, temel haklarını, onurlu yaşam hakkını ihlal eden eylem ve faaliyetlerden kaçınıldığı öne sürülerek, yeni bir manipülasyon yapılıyor.
AKP raporu cihatçı HTŞ çetesine Suriye'de yönetimin devredilmesinin "devrim" olarak nitelendiriyor. "Suriye'nin toprak bütünlüğü" vurgusunun ardından "entegrasyon"a işaret ederek Türk devletinin meseleye şu netlikte baktığı belirtiliyor: "PKK'nin bölgedeki ve Suriye'deki bütün unsurlarının, örgütün bileşen ve uzantıları oldukları gerçeğinden hareketle tasfiyesi ve Şam yönetimi ile imzaladıkları 10 Mart Mutabakatının gereğini bir an evvel yerine getirmeleridir."
Bütün bu tartışmaların ardından "Türkiye'nin 'Terörsüz Bölge' vizyonu, yalnızca güvenlik eksenli bir proje değildir" denilen raporda, "Ekonomik Etkiler" başlığı altında "Zengezur Koridoru", "Kuşak Yol Projesi", "Irak Kalkınma Yolu"na atıfta bulunulması da dikkat çekici.
Raporunda 11. başlığında diğer ülke deneyimlerine değinilerek, "Türkiye Modeli"nin yaratılacağı belirtiliyor.
SADECE PKK'Yİ KAPSAYACAK MÜSTAKİL VE GEÇİCİ KANUN
Raporun en önemli başlığı "Hukuki Düzlem: Müstakil ve Geçici Kanun". Bu başlık altında "teyit" ve "tespit" tartışması neredeyse her paragrafta yapılıyor. Sürece ilişkin yasal düzenleme "müstakil ve geçici bir kanun niteliğinde" olacağı, "Diğer suç tipleri ve örgütler" bakımından emsal teşkil etmeyeceği ve başka örgütlerin yararlanmasının engelleneceği somut ve kesin bir biçimde ifade ediliyor. Sürekli uygulanacak, ceza hükümlerine istisna veya ayrıcalık niteliği taşımasına alan açmayacak bir hukuki formül öneriliyor. Belirli bir tarihsel koşul, belirli bir eylem ve belirli bir bağlam ile sınırlı dar bir hukuki çerçeve sunuluyor.
Bu bölümde üstüne basa basa "örgütün kendisini feshi ve silahların imhası ve yakılması da dahil olmak üzere, devletin ilgili kurumlarının yapacağı tespit ve teyit mekanizması sonrasında" "müstakil" yasanın çıkarılacağı vurgulanıyor. Sonrasında bazı yasaların bu "müstakil" yasaya uyumlu hale getirilmesinin gündeme gelebileceği belirtiliyor. Terörle Mücadele Kanunu (TMK), 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu (TCK), 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanununda değişiklik yapılabileceği belirtilirken, "Ancak, genel ve sürekli uygulanmak üzere yürürlükte bulunan kanunlara belirli bir terör örgütünü konu alan hükümler eklenmesi, uygulamada farklı çelişkilerin ortaya çıkmasına sebebiyet vereceğinden mevzuat uyumlaştırması yöntemi teorik bir imkan olmakla birlikte, uygulamada yüksek hukuksal risk taşımaktadır" cümlesiyle, herhangi bir yasada değişiklik yapılmayacağı açıktan ifade ediliyor.
Müstakil diye tarif edilen ve sadece fesih ve silah bırakma kararı alan PKK'yi kapsayacak olan yasa düzenlemesinin de sınırları raporda şöyle çiziliyor: "Bu kanunun yalnızca temel ilkeleri belirlemekle yetinmemesi; izleme ve doğrulamaya ilişkin mekanizmaları, kapsam ve sınırları, usule ilişkin hükümleri, denetimli serbestlik uygulamalarını, erteleme ve infaz düzenlemelerini, idari makamların sorumluluk, görev ve yetkilerini, gözlem süreçlerini ve istisnai hükümleri bir bütünlük içinde düzenlemesi gerekmektedir."
POLİTİK KİMLİKLERİYLE VARLIKLARI ENGELLENECEK
Bu müstakil yasa aynı zamanda tek tek bireyler, işledikleri fiillerin niteliği, örgüt içindeki konumları esas alınarak oluşturulacak. Yani PKK'nin pek çok kadrosu yasa düzenlemesinden yararlanamayacak. "Söz konusu ayrım, mutlak bir yaptırım anlayışını ya da sınırsız bir müsamahayı ifade etmemelidir. Bilakis bu yaklaşım, hukuki sorumluluğun bireyselleştirilerek adil biçimde tespit edilmesini ve ceza adalet sisteminin amaçlarıyla uyumlu şekilde işletilmesini hedeflemelidir. Bu kapsamda, fiilin ağırlığı, kişinin eylem üzerindeki etkisi, örgütsel yapı içindeki konumu ve eylemin doğurduğu sonuçlar birlikte değerlendirilmekte, soruşturma, kovuşturma ve infaz süreçlerinde başvurulabilecek hukuki mekanizmaların ölçülülük ve orantılılık ilkeleri çerçevesinde tayin edilmelidir. Böylece, ceza hukukunun temel ilkeleri muhafaza edilirken, aynı zamanda adalet duygusunu zedelemeyen, öngörülebilir ve denetlenebilir bir uygulama zemini tesis edilmiş olacaktır" ifadeleriyle "müstakil" yasanın pek çok kişinin cezalandırılmasının önünü açacağı ima ediliyor.
"Geçmişte örgütsel yapıyla ilişkisi bulunan kişilerin durumu, genel bir hukuki uyumlandırma politikası çerçevesinde değerlendirilmeli, bu değerlendirme sırasında bireyin mevcut tutumunu, silahı ve şiddeti reddetmesi ve hukuk düzenine uyma iradesi esas alınmalıdır" ifadesinin yer aldığı raporda, devletin ancak teslim olanlara müsamaha gösterileceği vurgulanıyor.
"Silahı ve şiddeti reddeden bireylerin topluma yeniden kazandırılmasını mümkün kılacak düzenli, öngörülebilir ve denetime açık bir çerçeve oluşturmalıdır. Kişilerin hukuk düzeniyle uyumlu bir biçimde toplumsal yaşama katılabilmesi için gerekli şartlar belirlenmeli, devletin güvenlik ve adalet fonksiyonlarının işlerliği muhafaza edilmelidir. Böylece hem bireysel rehabilitasyon hem de toplumsal bütünleşme süreçleri aynı anda desteklenmiş olacaktır" denilerek, Kürt ulusal demokratik mücadelesinde yer alan insanların tek tek rehabilite edileceği, toplumsal bütünleşme adı altında devletin baskı mekanizmaları arasında eritileceği, politik kimlikleriyle var olmalarının engelleneceği başka bir ifadeyle teslimiyet dayatılacağı ilan ediliyor.
Politik kimlikleriyle var olmalarının nasıl engelleneceği ise şu cümleyle tarifleniyor: "Bu bağlamda, müstakil kanununda bireylerin sürece uyumunun düzenli olarak izlenmesi, suçun tekrarı ihtimalini azaltan hukuki bir güvenlik mekanizması oluşturacaktır." Peki bu izleme süreci sonucu nasıl işletilecek. Şayet devlet bu kişilerin yeniden "suç" işlediğine karar verirse, sağlanan imkanları elinden alacak. TMK, TCK, CMK ve Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanununda bir değişiklik yapılmayacağına göre devlet bugün olduğu gibi her politik faaliyeti suç kapsamına rahatlıkla alabilecek.
DEMOKRATİK SİYASETİN ÖNÜNDEKİ ENGELLER İTİRAF EDİLDİ
AKP'nin raporundaki "Tasfiye Sonrası Demokratikleşme Perspektifi" başlığında "demokratikleşme" ifadesi geçse de bu bölümde, "demokratikleşmenin" "d"si yok. "Kanunlar ve hukuk çerçevesinde faaliyet gösteren, silahı ve şiddeti reddeden ve meşru siyasal zeminde hareket eden tüm partilerin demokratik sistemin doğal bileşenleri olduğunun altı çizilmelidir" denilen raporda, "demokratik siyasetin önündeki tüm sınırlandırıcı unsurların kaldırılacağı" belirtilmesi de başka bir itiraf.
Sürecin aşamalı olacağı, bir yandan güvenlik ve hukuk alanında adımlar atılacağı, diğer yandan ekonomik ve toplumsal boyutları olacağı belirtiliyor. Raporda, pazarlık yapılmadığı sık sık vurgulansa da sonuç bölümünde yer alan, "Böylece süreç, önceden öngörülen ve kurumlar arası mutabakatla şekillenmiş bir plan dahilinde ilerleyecektir" ifadesi bunun aksini söylüyor.
'ÖRGÜTÜN YURT İÇİN VE DIŞINDAKİ TÜM ŞUBE, UNSUR VE UZANTILARI TASFİYE EDİLMELİ'
Raporun sonuç bölümünde, sürecin şartları arasında sadece Kuzey ve Güney Kürdistan, Rojava'nın olmadığına ilişkin ifadeler var. "Örgütün illegal ideolojik ve finansal yapılanmalarıyla birlikte yurt içinde ve yurt dışındaki tüm şube, unsur ve uzantılarıyla silah bırakması ve kendini tasfiyesi somut, ölçülebilir ve teyit edilebilir biçimde kayıt altına alınmalıdır. Bu tespit ve teyit, sahadan gelen verilerin, kurumsal raporlamaların ve ulusal güvenlik değerlendirmelerinin birlikte işlendiği bütüncül bir mekanizma ile yapılmalıdır" denilerek, müstakil yasa düzenlemesinin yapılmasının sınırları da genişletiliyor.
Sonuç bölümündeki şu paragraflar aslında raporu, AKP'nin sürece bakış açısını net bir şekilde özetliyor:
"Kanunun uygulanmasına ilişkin ikincil mevzuat, yönetmelikler ve idari protokoller, ilgili kurumların koordinasyonunu tesis edecek şekilde hazırlanmalıdır. Bu ikincil düzenlemeler, Kanunun hangi kurum tarafından nasıl uygulanacağını, başvuruların hangi usullerle değerlendirileceğini, denetim mekanizmalarının nasıl işleyeceğini ve kurumlar arası veri paylaşımının hangi esaslara dayanacağını açık biçimde ortaya koymalıdır. Böylece, uygulayıcıların tereddüt yaşamadan hareket edebileceği, vatandaşların ise hangi durumda ne tür hak ve yükümlülüklere sahip olduğunu önceden bilebileceği bir hukuki çerçeve oluşturulmuş olacaktır.
"Cumhurbaşkanımız ve Genel Başkanımızın, 'Bu süreç bir al-ver pazarlığı değildir; iç cephenin güçlendirilmesi ve emperyalist emellerin boşa çıkarılması ile 86 milyonun tamamının kazanacağı bir süreçtir... Türk ile Kürt, aralarında engel olmaksızın tekrar muhabbetle kucaklaşacak; Malazgirt ruhu, Kudüs İttifakı, İstiklal Savaşı'nın nüvesi yeniden şekillenecektir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, eskisinden çok daha güçlü olacaktır' ifadeleri partimizin bu konudaki duruşunu en net bir şekilde açıklamaktadır."